Bölüm 4:
Yeni bir gün başladığında Sarp kendini iyi hissetmeye zorladı. Bu günlerde daha da güçlü olmak zorundaydı. Bir yola girmişti ve geri dönemezdi. Kendine saygısını kaybetmemek için tüm olumsuzluklara direnmek zorundaydı. Kahvaltı bile yapmadan bir zamanlar spor arabasıyla gittiği fabrikaya şimdi hiç de o zamankine benzemeyen yöntemle hem de iş aramak için gidiyordu.
Fabrikaya vardığında personel alımından sorumlu kişiyle görüşmek için beklemeye başladı ama fazla beklemesi gerekmedi. “Buyrun Sarp Bey. İçeride konuşalım.”
Sarp ne için geldiğini anlattıktan sonra bir cevap beklemeye başladı. “Üzgünüm ama sizin için uygun pozisyonumuz yok Sarp Bey.”
“Lütfen, nasıl olur? Özgeçmişimde yazanlar yeterli değil mi? Aldığım eğitim ve iş tecrübem yeterli değil mi?”
“Gerçekçi olmak gerekirse, Sarp Bey, önümdeki CV’ye baktığımda yetersiz bir CV’den çok fazlasıyla yeterli bir CV görüyorum. Bu sebepten size uygun bir pozisyon yok dedim, pozisyon yok demedim.”
“Anlayamadım?!?...”
“Şöyle anlatayım: Sizin durumunuz kalifiye olmamaktan çok aşırı kalifiye olmak. Bizim ‘over-qualified’ dediğimiz bir durum bu. Size teklif edebileceğim işler sizi tatmin edecek işler değil.”
“Lütfen Aydın Bey, ben sahip olduğum her şeyi geride bırakırken bunu göze almıştım. Şu an bir işe ihitiyacım var ve ben babamın adını kullanarak iş bulmak istemiyorum. Eğer olan işi yapabileceğime inanıyorsanız o işi bana verin.”
“İşin aslı elimde sadece servis aracı şoförlüğü işi var...”
“Tamam, kabul ediyorum. Ehliyetim var! Sorun olmaz!” diye heyecanlı yanıtladı Sarp. Gözleri yeniden ışıldamaya başlamıştı. Hala umut olduğunu düşünürken “anlaştık o zaman” diyen sesi belli belirsiz duydu.
.......
Serkan uyandığında saat öğle vaktini gösteriyordu. Başının ağrısına söylendikten sonra “ne vardı o kadar içecek” diye kendi kendine hayıflandı. İki ağrıkesiciyi kahvesiyle midesine indirdikten sonra salondaki kanepeye oturdu bir süre. Kahvesinden bir-iki yudum aldıktan sonra eline cep telefonunu aldı. Aklından Yelda’yı aramak geçiyordu ama altı cevapsız çağrıyı ve bir mesajı gördü. Cevapsız çağrılar da mesaj da Yelda’dandı. Mesajı okuduğunda Yelda’nın kendisini aramasını istediğini gördü. “Kalp kalbe karşıymış” diye ortaya konuştu ve gülerek telefonun listesinden “Yeldacım” diye kayıtlı numarayı buldu ve arama tuşuna bastı.
Yelda sabahtan beri Serkan’a ulaşmaya çalışıyordu. En başta çok kızmıştı cevap vermediği için ama sonra dayanamayıp bir de mesaj yollamıştı. Serkan’ın O’nu aramaya çekindiğini düşünüyordu ve mesajla aramaya ikna edebileceğini düşünmüştü. Düşünceler içinde elindeki dergiye bakarken telefonunun sesiyle irkildi. Arayan Serkan’dı.
“Ne var Serkan ‘Abi’?!”
“Lütfen Yelda, yapma böyle...”
“Neredesin saatlerdir? Seni kaç defa aradım haberin var mı?”
“Altı...”
“Efendim??”
“Altı defa aramışsın ve ister inan ister inanma, ben de seni arayacaktım. Sen beni aramamış olsan bile.”
“Öyle mi?”
“Dün gece bir bardaydım, kafamı dağıtmam ve düşünmem lazımdı. İçkiyi fazla kaçırmışım.”
“Hmm... Ee, sonuç?”
“Sonuç son dakikada benimle buluşan liseden bir arkadaşla da konuştuktan sonra başımın belada olduğunu bir kere daha anladım. Bir tarafta aşık olduğum ilk ve tek kadın, diğer tarafta en yakın dostumu kaybetme riski. Bu durum....”
“Eski bir arkadaş? Kimmiş o liseden arkadaşın?”
“Biliyorsun canım, Sarp’ın ilk aşkı Yasemin. Yurtdışından kesin dönüş yapmış ve tek arkadaşı Yeşim nişanlısıyla şehir dışındaymış. Bu sebepten o da Yeşim’den benim telefonumu alıp beni aramış. Hayır diyemedim. Geldi, konuştuk.”
“Öyle miii?..”
“Lütfen Yelda, kıskançlık yapılacak bir durum yok. Hem hiçbir zaman kankamın sevdiğine sarkmam, eskide kalmış bir aşkı bile olsa.” diye cevap verdi Serkan yılgın bir ses tonuyla ve “ancak kızkardeşine aşık olurum” diye devam etti içinden.
“Peki öyle olsun. Sonuçta ne karara vardın?”
“Buluşup konuşabilir miyiz?”
“Peki!”
........
Ekin Gönül ile konuşarak yemekhaneye doğru ilerliyordu. Biran Sarp’ı gördüğünü sandı ama bunun saçma olduğuna karar verdi. Ne de olsa Sarp’ın ne işi olacaktı fabrikanın yemekhanesinde? Bu düşünceler içindeyken Gönül Ekin’in kolunu dürtmeye başladı. Ekin önce Gönül’ün yüzüne sonra da Gönül’ün başıyla işaret ettiği yöne baktı ve az önce gördüğü kişinin hakikaten Sarp olduğunu anladı. Sarp’ın orada ne işi vardı? Daha da önemlisi Sarp’ın ağzının içine düşmek üzere olan o kızkurusunun Sarp’la ne işi olabilirdi? Ekin çene kaslarının biraz daha gerildiğini hissetti.
Sarp etraftaki insanların bir kendine bir de başka bir yöne baktıklarını fark edince nereye baktıklarını merak etti ve başını çevirdiğinde Ekin’in o tarafa yaklaştığını gördü. Ekin’in yüz ifadesinden başının dertte olduğunu anladı ama bu defa ne yaptığından emin değildi. Burada iş bulduğu için çok kızmazdı, değil mi? Nedense bundan hiç emin olamıyordu. Ekin’in gözlerinden ateş saçarken bile ne kadar güzel olduğunu düşündü. Sonra O’nun güzel olmadığı bir zamanı bulmaya çalıştı ama aklına nedense öyle bir zaman gelmedi.
“Ne işin var burada Sarp?”
“Burada işe başladım ve bana yemek fişleri verdiler bu yemekhanede kullanmam için. Ben de yemek için buraya geldim. Niye ki?”
“İşe mi? Burada mı? Hem madem yemeğe geldin niye yemek kuyruğunda değilsin?”
“Evet, burada işe başladım. Servis aracı bundan sonra benim idaremde olacak.” dedi Sarp ve ekledi: “Ha bu hanımefendi benim burada yeni olduğumu anlamış işlerin nasıl döndüğünü anlatıyordu.”
“Hmm, öyle mi? Gerek yok!”
“Efendim?”
“Yani ben sana yardımcı olacağım için O’nun yardımına ihtiyacın yok!”
“Ekin’i duydunuz. Yine de yardımlarınız için teşekkür ederim.” diye seslendi Sarp kendisiyle konuşan kendi yaşlarındaki kadına ve yüzünde bir gülümsemeyle Ekin’e döndü. “Himayenizdeyim kraliçem...” Ekin’in neden gözlerinin ateş saçtığını anlamıştı.
Ekin’in başı dertteydi, en azından Ekin öyle düşünüyordu. Sarp’ın da aynı fabrikada çalışmaya başlamasından ziyade bir anlık kıskançlığın etkisiyle yaptıkları dedikoduları iyice ateşleyecekti. Nedense bu konuya kafayı takmaktansa işleri oluruna bırakmaya karar verdi. “Aman canım, yine yemekhanede herkese ağızlarının payını veririm gerekirse. Sanki hiç yapmadığım şey!...” diye düşünürken O da Sarp gibi gülümsemeye başladı. O sırada yemek sırasında olan Gönül diğer herkes bu ikisini izliyordu. “Gözleri gören her insan evladının birbirlerine ne kadar yakıştıklarını ve ne birbirlerini ne kadar sevdiklerini görmemesi imkansız” diye düşündü ve ikisine el salladı.
.....
“Bu işi beraber yapmalıyız.”
“Niyeymiş o?”
“Çünkü içinde bulunduğumuz durum sadece sorunum değil. Sen de bunun bir parçasısın ve olacakları ilk elden ‘ikimiz’ karşılamalıyız.”
“Sen bu sözleri bir yerden mi ezberledin?”
“Ne demek şimdi bu, Yelda?”
“Ne bileyim, senin edeceğin laflar değil bunlar da...”
“Peki, dün geceki muhabbet sırasında benzer şeyler bana söylenmiş olabilir. Tam hatırlamıyorum, alkollüydüm de...” Bu söz üzerine Yelda güldü. Yine de Serkan’ı köşeye sıkıştırmadan edemedi. “Başka tam hatırlamadığın şeyler de olmuş olmasın. Ne bileyim, geceye birinizin evinde devam etmek gibi mesela...”
“Lütfen Yelda!”
.....
Orhan Bey sabahtan beri kendini işe vermeye çalışıyordu ama aklı hep Sarp’a kayıyordu. Ne kadar da asi olmuştu Sarp. Ne yaptıysa, ne söylediyse dediği yola gelmiyordu. Eve döndürebilse oğlunu işlerin yoluna gireceğini biliyordu. Ah o Ekin olmasa... Sonra kafasına dank etti. Sarp aslında tam da babasının dediklerini yapıyordu. Baba parası yemekten başka işe yaramayan bir züppeden olgun, kendi ayakları üzerinde duran birine dönüyordu. Hayatı boyunca bulduğu doğru düzgün tek kız olan ve kendisine bir gömlek büyük gelen bir kızın peşinden koşuyordu. Aynen Orhan Bey’in zamanında tehdit ederek söylediği işi yapıyor, o kızı elinden kaçırmamaya çalışıyordu. Sarp babasının bu çelişkili nasihatlerinden doğru bildiğini dinliyordu. O kızı üzme demişti, oğluna gelemeyen kızın peşinden giderek üzmemeye çalışmıştı. Baba parasına güvenmemesini söylemişti, Sarp da elinin tersiyle tüm bunları itmişti. Artık Teksoy adını bile kullanmadan ayakta durmaya çalışıyordu. Orhan Bey kendisinin sahip olduklarından bir çırpıda vazgeçip geçemeyeceğini düşündü ve oğlu kadar cesur olamayacağını fark etti. Oysa kendisi yokluktan gelmişti. Sarp gibi sadece zenginlik içinde büyümemişti ama Sarp yine de korkusuzca bilmediği gerçek hayata atmıştı kendini. Eğer oğlunu biraz tanımışsa bu yaptıklarının sadece macera peşinde olan Sarp olmadığını biliyordu. İşte o an eli telefona gitti. “Bana dünürüm İsmet Bey’i bağla!”
Yer imleri