Bölüm 8:
Ekin kan ter içinde uyandığında gözlerinde yaşların olduğunu fark etti. Karşıdaki evin artık ezberlediği camına bakarak sızmıştı anlaşılan. Saatine baktığında 11’i geçtiğini gördü. Kalbi hala deli gibi çarpıyordu ve henüz gerçek dünyaya tam olarak dönememişti. Hayatı boyunca bu kadar korkutan bir kabus görmemişti. Sakinleşebilmek için su içmeye karar vermişti ve alışkanlık olduğu üzere pencereden dışarıya baktı. İşte o an sakinleşmeye başlamış olan kalp atışları yine tavana vurdu. Önce hala uykuda olduğunu düşündü. Gördüğünü gerçekten de gördüğüne bir türlü emin olamıyordu ama yaklaşan kişi her adımda Sarp’a daha çok benziyordu. Karanlıkta yüzündeki ifadeyi seçmekte zorlanıyordu ama o yüzü her zaman tanırdı. Aklına ve kalbine kazınmıştı o yüz ne de olsa.
.......
Yelda Serkan’dan veda öpücüğü almış içeri giriyordu ki Serkan’ın kendisine seslendiğini duydu. “Yelda... Sana söylemeyi unuttum canım. Yarın için birine yemek sözü verdim.” Yelda başta bu sözlerin görüşmemeleri için bahane olduğunu sandı. Tam yüzünü buruşturup bir şeyler söyleyecekti ki Serkan devam etti: “Eğer senin için de sakıncası yoksa benimle yemeğe gelir misin? Sonuçta bu yemek bana iyilik yapmış birinin iyiliğinin altında kalmamak için...”
Yelda elinde olmadan gülümsedi. Bu adamda hala bir umut vardı. “Ne iyiliği?” diye sorunca Serkan başına gelen olayı anlattı. Yemeğe beraber gitme kararına varınca yeni bir veda öpücüğüyle ayrıldılar. Hem kim veda öpücüklerinin bir taneyle sınırlı kalması gerektiğini söylemişti ki?
.......
Sarp artık tüm ayrıntısını ezberlediği cama yaklaşırken tül perdenin arkasında duran belli belirsiz karaltıyı fark etti. Ekin penceredeydi anlaşılan. Acaba O’nun gelmesini mi beklemişti? Eğer bu doğruysa bu günden hatırlamak isteyeceği tek şey bu olurdu. “Bitsin artık! Tanrım, bitsin artık bu hasret. Eski günahlarımın diyetini öderken tek acı çeken ben değilim.” diye aklından geçiriyordu. Camın önüne geldiğinde karaltı olarak Ekin’e bakmaya başladı.
Ekin aradaki tül perdeye rağmen Sarp gözünün içine bakıyormuş gibi hissetti. Bütün gece Sarp’ın gelmesini istemişti. Şimdi ise ne düşüneceğini bilemiyordu. Acaba niye gelmişti? Bu soru aklına düşer düşmez eski korkuları yine su yüzüne çıkmaya başladı. “Bana herşeyin bittiğini söylemey geldi. İlk aşkını unutamadığını söyleyecek. Kabus da olsa doğruydu. O kadın Sarp’a daha uygun.” diye mırıldanıyordu Ekin.
Sarp Ekin’in perdeyi aralamasını bekliyordu. Umuyordu... Dakikalar geçiyordu ama o perde eylemsizlik yasasına uymaya devam ediyordu. Oysa karaltı bir o yana, bir bu yana hareket edip duruyor ama pencereden de ayrılmıyordu.
“Ne düşünüyor acaba? Niye açmıyor perdeyi?” diye sordu kendi kendine ama Sarp sorularına ne cevap vereceğini bilemiyordu. Bazen, hele böyle durumlarda, Ekin’in aklından geçenleri anlamak imkansızdı. “Acaba ‘geri dön’ deyişini yanlış mı duydum? Niye açmıyor pencereyi?” diye umutsuzluğa kapıldı Sarp. Dakikalar geçmişti ama Ekin’den bir ışık görmemişti. Sarp’ın içindeki hüzün büyüyordu. Gözlerini pencereye dikti. Bakışlarında yakarış vardı. En azından aralarındaki sorunları konuşmak istiyordu. Etraflarındaki insanlar yüzünden başlarında olan sorunları daha sonra hallederlerdi ama önce kendi aralarındaki sorunları halletselerdi. Yüzündeki umutsuzluk daha bir büyüdü. Gözlerinin yere doğru çevirdi başını eğerek. Pencereye son bir bakış attı ve yavaşça arkasını dönmeye başladı.
Ekin aşkının yüzündeki umutsuzluğu görmüştü. Yere çevrilen bakışı da... Sonra Sarp’ın yavaşça arkasını döndüğünü gördü. Çok yavaş dönüyordu ama belliydi gidecekti. Belki sadece oradan değil, Ekin’in hayatından da... Ekin’in kalp atışları hızlandı düşündüğünün olma olasılığı karşısında. O an tüm mantık zorlamaları, tüm kaygılar, tüm O’ndan beklenenler unutuldu. Dünya farklı bir boyuta geçti. Ekin tüm benliğiyle yegane aşkının yanına, dışarıya, koşmaya başladı. Koşarken “Gitme Sarp” diye söyleniyordu. “Dur Sarp! Gitme Sarp! Bekle beni!...”
Ekin ev içinden koşarak çıktığında yatmaya hazırlanan ev halkı ne olduğunu anlayamadı. Ekin deli gibi odasından çıkmış dış kapıya doğru koşmuştu. “Neler oluyor” sorusu sorulmuş ama gelen cevap “Gitme Sap! Bekle beni!...” olmuştu. İsmet Bey Sarp’ın adını duyunca oturduğu yerden kalktı. Gönül ile Gülser Hanım da O’nu takip etti. Hızlı adımlarla Ekin’in ardından dışarıya yöneldiler.
Ekin ayaklarına bir çift terlik bile geçirmediğini fark edecek durumda değildi. Sarp’ın gitmeye başladığında söylediği sözleri tekrar tekrar söylemeye devam ediyordu. Koşar adımlarla Sarp’a yaklaştığında Sarp sesini sesini duymuştu. Nefes nefese “gitme” diyebildi.
Sarp en basit anlatımıyla şaşkındı. Aslında olduğu durumun nasıl anlatılabileceği üzerine biraz düşünülse şaşkın olmaktan daha güzel bir anlatım bulunabilirdi ama şaşkınlık da şu an için halini anlatmaya yeterliydi. “Ekin?”
“Gitme Sarp. Her şey için özür dilerim. Ne olur beni affet!...” diye nefes nefese konuştu Ekin.
“Ne için affedeyim?”
“Sabahki...” diye cevap vermeye çalışan dudaklarına bir el dokundu ve elin sahibinin “şşş” dediği duyuldu. “Ben seni karşımda böyle görünce unuttum bile...”
“Ama ben unutmadım Sarp. Unutamam... Seni çok kırdım. Seni dinlemedim, kıskançlığım aklımı almıştı ve asla söylemek istemeyeceğim şeyleri söyledim.”
“Bu, beni hala sevdiğin anlamına mı geliyor?”
“Böyle pat diye sormasan olmuyor, değil mi? Gece boyunca ne kadar kaygılandım, biliyor musun?” dediğinde kafasına dank etti. “Bir dakika! Yoksa sen bana herşeyin bittiğini söylemeye mi geldin?”
Sarp neye uğradığını şaşırdı ve ancak “Ha?” diyebildi. Ekin’se konuşmaya devam ediyordu:
“Yani düşünürsen O’nun sana daha çok yakıştığını kabul edersin. Aynı dünyanın insanlarısınız, aynı şeylerden hoşlanıyorsunuz, hem çok da güzel.”
“Güzel olduğunu nereden biliyorsun? Resmini mi gördün?”
Ekin düşündüğünde Yasemin’i hiç görmediğini fark etti. “Yoo, görmedim ama...”
“Sen şimdi hiç görmediğin birinin çok güzel olduğunu ve bana daha uygun olduğunu iddia ediyorsun?” dedi Sarp.
“Değil mi?”
“Güzel ama ben Kainat güzelinden aşağısına razı olmam ve o kainat güzeli de, tesadüf bu ya, karşımda duruyor ve bana tuhaf şeyler söylüyor.” Sarp gülümsüyordu.
Ekin de gülümsemeye başlamıştı ki arkadan bir ses geldi:
“Ne işi var bu adamın burada?”
Ekin korkuyla arkasına baktığında babasını ve diğerlerini gördü. Babasının kızgın halini görünce Ekin korktu. Suçlu bir şekilde babasının yüzüne baktı.
“Ne işi var bunun, dedim!” diye daha sert bir şekilde konuştu İsmet Bey ve devam etti: “Sana herşeyi açıkça anlatmıştım. Ya bu adam ya ailen, demiştim. Sen anlaşılan benim sağlığımı hiç önemsemiyorsun!” Sarp bu sözlerden sonra bir şey söyleyecek oldu ama Ekin O’nu susturdu.
“Demek önemsemiyorum ha? Yazıklar olsun! Ne sen beni tanıyabilmişsin ne de ben seni... Sen istedin diye boşandım. Herkes biliyor ya uzak kalmak için çok uğraştım kalbim Sarp’la çarparken ama başaramadım. Her suçun diyeti vardır ve ben diyetimi fazlasıyla ödedim. Sen baba? Sen ne yaptın? Beni affetmeyi bile denemedin! Hep suçluymuşum gibi baktın. Abim için olan bağışlayıcılığının onda birini benim için göstermedin ve bana yazıklar olsun ha?!” Ekin fazla ileri gittiğini biliyordu ama kendini durduramıyordu. Bütün gündür yaşadığı heyecan, korku ve kaygılar tüm psikolojisini altüst etmişti. Tam tiradına devam edecekti ki Sarp’ın kolundan tuttuğunu fark etti. “Sakin ol Ekin. Daha fazla konuşursan pişman olacağın şeyler söyleyeceksin. Tüm olanlara rağmen O senin baban.”
Herkes Sarp’ın dediklerini duymuştu. İsmet Bey de... İçinden gülümsedi ama belli etmedi. Kızı aşık olmuştu ve doğru düzgün bir adama aşık olmuştu. İsmet Bey’in yanında bulunan iki kadın ise olanları korku dolu gözlerle izliyordu. “Sen seçimini yaptın kızım. Şimdi içeri gir. Yarın olunca ne yapılacağını, bundan sonra ne olacağını konuşuruz.” dedi İsmet Bey.
“Önce Sarp’la konuşacağım. Sonra içeri gelirim...” dedi Ekin ve “...eğer gelecek bir evim varsa hala” diye ekledi.
“Bildiğin gibi yap!” dedi İsmet Bey ve Gülser Hanım’ı ve Gönül’ü alıp eve doğru yürümeye başladı. Sarp ve Ekin başbaşa kalmıştı.
.....
İçeri girdiklerinde İsmet Bey hanımlara yatmalarını söyledi ve kendisi telefon eline alıp ezberindeki numarayı çevirdi. Aradığı telefon iki defa çaldıktan sonra açıldı.
......
Yelda içeri girdiğinde annesiyle babasının karşılıklı rakı içtiklerini gördü. Onlarla şakalaşmaya karar yanlarına gitti.
“Oo, afiyet olsun. Bakıyorum yokluğumu fırsat bilip kurmuşsunuz sofrayı.”
“Ne var bunda? Karı-koca karşılıklı iki kadeh içemeyecek miyiz?”
“Belli baba, belli. Dibini bulmuş büyük Tekirdağ rakısı şişesinden iki(!) kadehle kaldığınız belli...” dedi gülerek. Orhan Bey cevap verecekti ki telefonu çaldı. Kimin aradığına baktığında şaşırdı ve “Hayırdır inşallah! İsmet Beyler’in telefonu. Ne oldu acaba?” diyerek telefonu cevapladı.
“Efendim?”
“Alo, Orhan Bey? Ben İsmet...”
“Hayırdır İsmet Bey? Bir şey mi oldu?”
“Oldu ya. Planın ikinci kısmına geçebiliriz artık. Şimdi geç oldu. Yarın daha ayrıntılı konuşuruz.”
“Peki, nasıl isterseniz... İyi geceler.”
“İyi geceler...”
Yer imleri