Evet, 2. gecem. 2. gecemde sıkılmadım kendi kendime yaptığım bu etkinlikten. Kalkıp ekşi mayalı ekmek yaparak bir çeşit üretkenliğe katkım olabilirdi, ama hayır, bölümleri teker teker izleyip bölümlerden çıkarımlar yapmak daha keyifli, ekmek fırından da alınır.
"Bir, iki, dört, beş, e aferin sana, altı, yedi, sekiz, dokuz, on."
Mavi hırsızımız gözaltında. İlk defa karakolda. Gergin halde sorgusunu beklemekte. Daha önce polislerle bu kadar yakın olmamış. Ki bu tutukluluk hali kendi hatası da değil, Jiletin ötmesi sebebi.
Akıllı hırsız bizimkisi, ifadesinde ne söyleyeceğini düşünüyor. Ne anlatsın ki hem kendisi, hem Jilet, hem çete kurtulsun şu işten.
Art niyetsiz yeni polis memuru Ayşegül giriyor sorgu odasına elinde çay ile. Ne sevimli bir detay bu Ayşegül ile ilgili. Bir de sorguya çekilecek olan zanlıya çay ikram etmeye çalışması yok mu? Hele ki Mavi'ye "kapıyı arkamdan kapatır mısınız?" demesi... Hırsız zanlısı olan Mavi'ye...
E işte fırsat? Boşta açık kalmış bir kapı, görünürde kimseler yok. Karanlıklar içinde sıyrılma ustası olan hırsızım teper mi bu şansı?
Ama Mavicim burası güpegündüz karakol, senin mesain dışındaki ortam ve saatlerdesin, o iş kolay mı o kadar?
Piyasada Mavi yok, Jilet yok. Ev gergin, garaj gergin. Keşke sorgu odasında bir kulakları olsa da dinlese herkes, Ama yok. Yalnızca bekliyorlar.
"Kaç yaşındaymış?... Sabıkası var mı?... Teypçileri biliyoruz da kızlardan araba hırsızı çıkmazdı pek... Adı neymiş?"
"Zeynep bişey."
Bundan sonraki 48 bölüm boyunca ha öldük ha dirildik şeklinde izleyeceğimiz imkansız ya da olmayan kanunlu aşkın kahramanlarından birinin diğeri hakkında ağzından duyduğumuz ilk sözler. Ne hoş değil mi? Ben hayranıyım şahsen, dalga geçmiyorum.
Tam polis tarafımız, hırsız tarafımızın sorgusuna girecekken iş bu ya, ruh hastası bir zatın geçirdiği sinir krizi ile koluna cam şişe saplanıyor ve yaralanıyor.
Bu sahneyi izlerken aklıma şu geliyor: işinin başındasındır, vatandaşın huzuru, refahı için canını dişine takarak çalışıyorsundur. Birisi gelir durduk yere seni yaralar. Yahu ne oldu şimdi? Duruyorduk burada yaralandık!
Bu mesele benim de mesleki hayatımda ileriye dönük korkularımdan biri. Ne yazık ki bu durumun gerçek ve yakın zamanlı örnekleri var, kendi cemiyetimden duyduğum kadarıyla. Hasta yakını tarafından kaldırım taşı ile başından yaralanıp yoğun bakıma kaldırılan ya da kendi makamında çalışmakta iken istediği reçeteyi yazmadığı için çakı ile boğazından yaralanan arkadaşlarımın haberleri geldi aklıma bu sefer bu sahneyi izlerken. Neyse, yeniden böyle bir boşboğazlık ettim, ancak senaristlerimizin de o zamanlar söylediği gibi, anlatmak istedikleri çok şey vardı bu dizi vesilesiyle, ben de yeni yeni farkediyorum onları :)
Pekiii devam...
"Herkes suçu ispat edilene kadar masumdur, değil mi Bünyamin?"
Sorgu büyük bir baskı ile devam ediyor Mavi için.
"Ben hırsız değilim!"
"Heh ben de tam oraya gelecektim. Sen hırsız değilsin. Sen kurbansın. Biri senin aklına girdi, elbise dedi, süs dedi, para dedi, seni bu işe itti."
Şimdi. İki sezon boyunca gram sempati beslemediğimiz Selahattin Başkomiser sahnede. Bir "kadın" hırsız zanlısının bu işe bulaşma sebebi bunlar olabilir ancak. Elbise? Süs?
Yo.
Sefalet. Yoksulluk. Çaresizlik. Adaletsizlik. Ve belki de bir kadın olduğu için gittiği yerlerde yaşamış olması muhtemel olan taciz, tecavüz, istismar. Bu işe itilmek için insanın gözünün elbisede süste püste olması yetmez sanırım.
Mavi'nin kıvrak zekası ve yalan yeteneği (gerçi kendisi yalandan pek haz etmez ama :)) sayesinde Jilet ve Mavi bu işte sıyrılmayı başarır.
Önceki 11 çalıntı araç vakasının ötelenmesine neden olan bu özel vaka dosyası da böylece kapanır.
"Polis karısı falan olmak istemiyorum ben artık!"
Hele Aylin'e bak Aylin'e. Yahu hırsız kişisi bile Çınar'ın polis olmasına bu kadar içerlemedi ablacım senin derdin ne?!
Daha çok para. Çünkü her şey para!
Her insanın mutluluk standartı farklıdır. Mesela Mavi çocukları okula gönderip Ümit'i dersaneye yazdırdığı sürece mutlu. Ama Aylin istediği elbiseyi istediği zaman alamadığı için sıcacık evini gösterip "bizi bu hayata mahkum ediyorsun!" diye bağırabiliyor Çınar'a. Kızmayalım ama şimdi. Aynı şikayetlenmeyi bazen bizler de yaşamıyor muyuz? Sosyal medyada kafamıza dan dan dan soktukları hikayelerin linklerini yukarı kaydıramayıp onlardan mahrum kaldığımı hissettiğimde ben de Aylin gibi kurulmuyor değilim bazen. Bu durumdaki memnuniyetsizliğimi çevreme de yansıtıyorum kimi zaman. Kabul edelim, "bizim elimizden bu kadarı geliyor" diyerek halden memnun olmayı reddettiğimiz oluyor. Varoluşumuz doyumsuz ne yapalım.
"Benim bi' tane kriterim var: yüzme bilmeyen adam suya girdiği zaman kendi ellerinle boğacaksın!"
Aksak'ın kendince Jilet'e ders vermesi. Çeteyi gammazlamış! Suçun en büyüğü! Bunun ayarı verilmeli tabi ki. Çok beğenerek uzattığı saçlarını keserek o da.
Aksak yine yufka yürekli. Bilmeyiz bu alemleri ama daha fenasını yapardı başka bir çete lideri olsa diye tahmin etmek de zor değil.
Bu sahnede beni düşündüren bir şey var. 2. sezonda Aksak Jilet'i dövmüştü bir sinirle. Sonra o pişmanlıkla babasına "Bu sağ elim bugün bana ihanet etti, kalktı bir masumun suratına indi" şeklinde anlatmıştı durumu. Babasından yediği dayaklar nedeniyle birisini dövmemeye yeminliydi Aksak, fakat 2. bölümde Jilet'i zaten dövdü? Neyse bu dizimizdeki tek tutarsızlık değil zaten, devam :)
Ve telefonların karışması. Ay o ne güzel tanışma vesilesi öyle. Bir hırsızla bir polisin birbirlerinin ne olduğunu bilmeden tanışabilmesinin en iyi yolu olabilir. Mavi özgürlüğüne kavuştuktan sonra çocuklara, Çınar ise karısına hediye almak için girdikleri alışveriş merkezinde birbirlerini hiç görmeden, farketmeden karıştırıyorlar telefonları.
"Yanlış mı oldu acaba ben bir bayanın telefonunu arıyordum da"
"Bak arkadaş bu benim telefonum değil... Neyse tamam bir karışıklık oldu ben kapatıyorum şimdi"
...
"Alo kusuruma bakmayın rahatsız ediyorum ama galiba sizin telefonunuz ben de."
"Ne arıyor benim telefonum sizde?"
Karmaşık aşk hikâyemizin esasını oluşturan üçlümüzün iletişimleri ilk kez böyle başlıyor.
Şu kesişimlerin bu kadar sade ve olası olması çok hoş. Yine basitliğe hayran kalmışımdır.
Kusura bakmayın ne olur, benim için özel olan şeylerin ilkleri de önemlidir de, bu sebepten dağa taşa kadar yüceltiyorum bu durumu :)
Karıştırılan telefonları iade etmek üzere Rumeli Hisarında sözleşilmiş, Çınar kendini uzun boylu esmer şekline betimlemiş, telefonlar kapatılmıştır.
Buluşma yerine ilk Çınar varır, 1 liralık kağıt helva alır (Zamanında kağıt helva piyasasını bile takip eden bir kitle idik) Güzellik için değil işi gereği koşan Mavi kızımız da gelir.
Mavi uzun boylu, esmer betimlemesinde çıkaramaz Çınar'ı. Birkaç bakışmanın ardından Çınar telefonu çıkarıp Mavi'ye gösterir neyse ki, yoksa daha saatlerce beklerlerdi orada.
"İster misin?
"Olur"
2020 Kasımında hayretler içinde izliyorum ben bu sahneyi, baygınlıklar geçiriyorum. Yabancının yediği kağıt helvadan ısırıyor! Nerede koronavirüs önlemi! Hekimoğlu çık anlat yeniden!
Neyse 2005'e geri dönüyorum.
Çınar'ın Mavi'ye dalan gözlerine dalıyorum ben de. Sahnenin doğallığı beni büyülüyor.
"Seni bilinmeyen numaradan biri aradı. Sert bir sesi vardı. Ben çıkınca sinirlendi biraz. Abin falan olabilir."
Ohoo koçum daha ne sinir krizleri geçireceksiniz siz hep birlikte, sen sakin kal şu anlık.
Geç kalınan okul çıkışı, gelmeyen otobüs, sıkışan trafik, Mavi'nin su gibi güzelliği, arabada meraklı bakışmalar, göz kaçırmalar, halanın yeğenine gösterdiği sıcacık evlat sevgisi... Çınar'ın zihninde yer etmeye sebebiyet veren her şey... Güzel buluşmaların yaşandığı Osman Saçmacı İlköğretim Okulu...
"En kötü anne baba bile hiç olmamasından iyidir... Abla ne olur dikkat et sana bir şey olursa..."
"Bana bir şey olmayacak. Bundan sonra olmayacak."
Mavi'nin kafasına karakolda geçirdiği saatlerden sonra dank etmiştir. Aileyi geçindiren, bir arada tutan kendisidir. Ona bir şey olursa asıl sefalet o zaman başlar. Bu düşünceyle karar verir, bu işi bırakacaktır. Bütün gece Aksak'a bu durumu nasıl anlatacağını düşünmüştür. Akşam Aksak'la buluşmak için Hamdi'nin yerinde sözleşir. Aksak'ın ilk düşüncesinde içine umut ve heyecan veren bu ısrarlı buluşma hiç beklemediği gibi geçecektir.
"Nadir abi?"
"Zeynep abla?"
Mavi konuya zor girmiştir, ama gemileri yakacaktır. Kendisine ait binbir sebeple işi bırakmak istediğini söyler.
Mavi'nin işi bırakması demek Aksak'tan uzaklaşması demektir. Önemli olan iş değil, Mavi'nin köklerinin hep Aksak'ta kalmasıdır. Aksi durum söz konusu olamaz!
Mavi işi bırakıp artık vedasını yaptığını zannederek Aksak'ın elini sıkarken Aksak'ın gözlerinden başka planlar okunur ve ikinci bölümün sonuna böylece ulaşırız.
Yer imleri