Kendi kendime yürütmeye çalıştığım bölüm irdelemem çok fazla aksadı. Aslında 12. bölüme kadar geldim kendi minik defterimde, fakat gerçek dünyaya açılma zamanım geldi sayılır, ne kadar zor şu kurgu dünyasından sıyrılmak aslında.
Ah teve 2! Bitirdin beni. Birkaç ay önce denk gelmeseydim Hırsız Polis tekrarına, şu an yine aynı özlem çukurunun içinde olmazdım.
Bu sefer kendimce bölüm yorumu yazmak yerine bu sayfalara atıfta bulunmak istiyorum.
Birkaç haftadır buranın arşivlerinde tam anlamıyla boğuluyorum. Nasıl bir kitle Allah'ım! Hem de nasıl bir kitle! Yazılanlar, çizilenler, yaşananlar, hissedilenler, yarım kalmışlıklar, sevdalar, dostluklar, buluşmalar, sohbetler! Herkes bir yürek olmuş, herkes aynı duyguların içinde yoğrulmuş.
Sete gidenler mi dersin, tüyoda bulunanlar mi dersin, şimdi asla görünmeyen özel çalışmalar mi dersin, kahvaltı organizasyonları mı dersin!
Bu forum ahalisine bakıyorum da, merak ediyorum bazen elimde olmadan, neredeler, neler yapıyorlar, benim hala içine düşebildiğim bu çukura onlar da düşebiliyor mu? Aynı duyguları duyabiliyorlar mı?
Geçenlerde ytube'da 'Edebiyat Burada' isimli bir kanalın sayın Gaye Boralıoğlu ile iki sene önce yapılmış bir röportajına denk geldim. Dilinden dökülen her ses ile kalbimi alıp yumuşacık yapan şu açıklamasını paylaşmak istiyorum:
"Dizi çabuk tüketilen bir şeydir, edebiyat kalıcıdır tartışmaları olur. Tabi bunlara genel olarak katılmamak mümkün değil. Ama Hırsız Polis'i yazmamızın üzerinden neredeyse 15 sene geçti, hala ben sosyal medyada sahne paylaşımları görüyorum. Hala gruplar var birbirleriyle görüşüyorlar falan. Yani aslında sadece kalıcılık bir kıstas olmuyor.
...
Unutulmamak, karşılaşmak tekrar... sonuçta harcanan bir emek var. Ama bu emek sadece kağıt üzerinde bir emek değil. Ruhumuzu, kalbimizi de koyuyoruz. Dolayısıyla bunun geniş bir zaman dilimi içinde karşılık bulması ve bu karşılıkla yüzleşmek güzel birşey."
O kadar duygulandım ki bu söylediklerine, bir evlat sahibiymiş gibi içim doldu gururla. Bir şekilde dizinin yaşatılıyor olması, ve özgün hikayenin çıktığı kişinin de bundan haberdar olması beni çok mutlu etti.
Evet, ruhunuzu, kalbinizi kattınız, o ruhu bizler de aldık. Hissettik en derinde. Ben hala söküp atamadım.
Günümüzde dizilerin her türlü sosyal mecrada resmi hesapları var, setten fotoğraflar paylaşılıyor, asla aşılamayan reyting canavarı ile mücadele etmek için her an her dakika bir paylaşımlarda bulunuyorlar, oyuncular da kendi sosyal hesaplarından seyirciyi kendi tarafında tutabilmek adına ellerinden geleni yapıyor.
Bir de 15 yıl öncesine bakıyorum. Kanal D'nin sitesinde nöbetlerim pazartesiden başlardı, yeni bölüm özeti gelir mi, resimler yayınlanır mı diye. Ekrandaki nöbetim de salıdan başlardı fragmanı yakalar mıyım diye. O dönemin kitlesi de benimle aynı vaziyetteydi, eminim.
Kolay olmadı Hırsız Polis'i sevmek, ona sahip çıkmak. Kanalın her zulmünü çektik, ne yapsa minnet ettik. Sosyal medyalar yoktu oyuncuların 'yeni bölümümüz başlıyor heyo' diye storyleri. Kendi içinde bir sırdı, uzaktan dokunmadan sevdik, büyüsü de oradaydı belki de. Şimdiki gibi jet hızıyla akıp gitmiyordu işler, her şeyini sabırla bekledik.
Sevgili Gaye Boralıoğlu ve Neşe Şen ve Gülden Çakır, Emine Algan, Şerif Erol, sizler ruhunuzu öyle bir koydunuz ki, bu kitle var oldu.
Aksak'ın 29. bölümdeki monoloğunda bir deyişi var "Çok sordum kendime oy anacum hayat eziyet dolu, beni neden getirdin dünyaya". Evet, işte aynen böyle, ben de kendime soruyorum ara ara, "ne vardı bu dizide, sen bu kadar sevdin, sevdiğinde ise neredeyse bir çocuktun 13 yaşında, zaman geçti üstünden büyüdün 28ine geldin, neden hala?! Hem de gecenin bu saatinde üzerine bu kadar şey yazacak kadar!"
Arada açıp bakıyorum güzel sahnelere. Her seferinde sevilecek faklı bir nokta bulabiliyorum. Ve bunu bir abartıya da bağlayamıyorum.
Çınar'ın Mavi'ye "Sen istersen senin hayatında olurum" diyerek insanı boğmayan, tüm egolarından sıyrılmış, karşısındakinin varlığının değerini anlamış biri olarak, yukarıdan değil aşağıdan bakarak ısrar etmesi, akabinde Mavi'nin "gitme" demek üzere başını kaldırırken aynı ahenkle Çınar'ın da başını kaldırması... işte bunun gibi küçük detayları bilinç altım fark etmiş olacak ki bu kadar tutuldum diziye.
Ama doğru değil mi?
Ayni replikler, yine kadın ve erkekler, seni seviyorumlar, beni bırakmalar... kaç dizide, kaç senaryoda döndü. Hangi çift içimize işledi bu kadar? Hangi bakıştaki derinliğe daldık gittik bu kadar? Bunlar önemli şeylerdir, ve oyuncular bize bunu yaşattı.
Ya da Aksak Mavi'nin Necmi için çalıştığını öğrendiği an, Mavi'nin yüzünü sıkarken yaşadığı sinir, öfke ve Mavi'ye bu kadar yakınken tüm ruhunun ona olan zaafıyla titrediğini hangimiz hissetmedi.
Kesinlikle gözümün önünden silinmeyen bir an olarsk da: Mavi Çınar ile yeni bir hayata gideceğini düşünüp onun mutluluğunu ve heyecanını yaşarken kapısına gelen polisler ile ellerini havada bulması, bu esnada kendisini tuzağa düşürdüğüne kanaat getirdiği Çınar'ı hayal kırıklığı ve "bu muydu yani" der gibi küçümser edayla baştan aşağı süzüşü. O iki birbirinden uç duyguyu gözleriyle gösterdi Mavi orada.
Kitaplarında da dedikleri gibi, Hırsız Polis bir yıldızlar takımıydı.
Tüm bunları neden yazmak istedim şimdi? Şöyle ki, dediğim gibi arşivlerdeyim kaç zamandır. Ve en son bir şey okudum.
Son bölümde uçaktaki sevimli "Bu yolculukta size eşlik edebilir miyim?" sahnesiyle alakalı bir yorum okudum.
Bu sahnenin doğaçlama olabileceğini düşünen bir takım var. Yeniden bulursam alıntı yapabilirim. O yorumu okuyunca kalbim öyle bir titredi ki, içim doldu taştı. Belki öyle, belki değil, ama öyle düşününce yumuşacık oldum. :)
Dayanamadım tüm gönlümden geçeni aktarayım istedim bir kez daha.
Bu çukura yeniden düşene ve düşeceklere selam olsun.
Yer imleri